Kayıtlar

Gençliğe Veda

Bugün bir arkadaşla sohbet ederken sözü geçince durup düşündüm. Otuzlu yaşların son çeyreğine dayandı ömür. Filmi başa sarıp seyrettiğim zaman terazide acılar ağır basıyor. Geçmeyen pek az dert kalıyor aslında. Problemler,  paydos zilleri çalınca sonbahar yaprakları gibi dökülüp gidiyor insanın hayatından. Kış güneşi mutluluklar zaten içimi ısıtmaya fırsat kalmadan kayboluyorlar. Hayatımın en problemsiz zamanlarını yaşıyorum şu sıralar. Burada henüz bahsetmediğim büyük badireler, kalıcı izlerini bırakarak veda ettiler. Acıların, sıkıntıların, ızdırapların faturasını ömürden ödüyormuş insan. Ben bu faturadan bu yaşıma kadar habersizdim. Sorunları çözerek refaha erdiğim zaman hayata kaldığım yerden devam edeceğim sanıyordum ama yanıldım. Farkettirmeden alacaklarını da alıp gitti yıllar. "Ellerim semaya doğru yalvardım yıllarca.   Dursun zaman! Dönmesin mevsimler.   Tanrım! Bana ümit ver.   Heyhat!   Yine mevsimler dönecek,   Yine yapraklar düşecek,   Giden gençliğim hiç geri gelmeye

Yıllar Sonra

 Son derste ardı zifiri karanlık olan buğulu pencereyi seyrederken heyecanla zilin çalmasını beklediğim zamanlardı. Montlarımızı giyip yağan karı sokak lambalarının o beyaz ışığı altında seyrederek heyecanla evlere dağılırdık. Benim evim o sarı binadaki daireydi. Etrafındaki apartmanlarda hangi dairede kim yaşıyorsa hepsini tanırdım. Havuç gibi kızarmış ellerimle okul yolunu bitirip sokagimiza vardığımda ana rahmindeki bir cenin kadar huzurlu girerdim binaya. Uçsuz bucaksız bir güven, bir huzur.... Yağan karı camdan izlerken televizyonda ertesi gün okullar tatil diye bir anons duyulurdu. Sevinçten zerre uykum olmadan yatağa girer, ertesi gün oynayacağımız oyunları düşlerdim. Cennet tam da buydu. Ötesi olamazdı. Sezen'in şarkısında bahsettiği o hiç kimsenin henüz ölmediği, sokaklarda oyunlar oynandığı, evlerde ışıkların yandığı zamanlardı. Dünyada işler tersten ilerliyor. Önce cenneti yaşıyor insan. Büyüyünce de cehennemi. Sayısız ev değiştirdik ama benim asıl evim o sarı binadaki k

Başka Türlü Bir Şey

Daha çocukluğumda anlamıştım. Benim hayallerim bu dünyaya sığmazdı. Haklı çıkmak hoş olmadı belki ama sığmadı da. Uzaklarda bir yer düşlerdim hep. Bilmediğim bir yere duyduğum özlemdi düşlediğim. Bu dramatik dünya sahnesi bana göre değildi. Bir de farklı olmanın verdiği o hüzün çökünce hayat daha bir çekilmez oldu. Daha da kötüsü, özlemini çektiğim o uzaklar sandığım gibi Dünya mesafesinde bir uzaklıkta da değildi. Şarkıda dediği gibi başka türlü bir şeydi benim istediğim. İstediğim gibi de olmadı hiçbir şeyim. "Bir başka yolculuk dalından düşmek yere.  Yaşadığından uzun.  Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere.  Ağacın yüksekliğince,  Dalın yüksekliğince rüzgarda."

Evvel zaman

 Sizinle bir çoğunu paylaştığım çocukluk anılarım peşimi bırakmayınca ben de onları terk etmenin yollarını aradım. Ve bu anıların etkisini azaltacak bir terapi yöntemi buldum. Aslında ben bulamazdım da tavsiye üzerine ulaştım demek daha doğru olacak.  Tabii etkisini azaltmak için de bu anıları tekrar tekrar hatırlamak gerekiyor. Evvel zaman içerisinde acılarla dans etmek. Onların <anıların> ölüm, benim ise yeniden doğum dansım. Buğulu bir pencereden gri, kasvetli hatıralara son bakış değilse de son etkileniş. Çoğu insan ölüm anında gözleri önünden bir film şeridi gibi geçerken izler bu anıları. Ama öteki çocuklar, yani ötekileştirilmiş çocuklar yeniden doğarak hayata karışmak için ölmeden önce ölür. Ve acıyı bedenlerinden sıyırıp atarak kaldığı yerden devam ederler. Çetin bir iş aslında bu. Bütün o anıları yine, yeniden, tekrar tekrar yaşamak gibi bir şey. Bir metronom eşliğinde sandığa gelişi güzel saklanmış bütün o anıları tek tek çıkarmak. Top, karı kılıklı, kız gibi, eheheheh

İşte Benim Serüvenim 4

Çocukluk ve ilk gençlik zamanlarımda maruz kaldığım gay, top, kız gibi can acıtan sözlerden kurtulmak için çoğu zaman konuşurken sesime bile dikkat ederdim. Dublaj yapıyormuş gibi. Aman sesim ince çıkmasın konuşurken diye bayağı bir çaba sarf ederdim. Bu da yetmezdi, okulda, teneffüste bahçeye çıkınca kimlerin yanında oturmalıyım, nelerden bahsetmeliyim, eğer benimle alay ederlerse, derste devam etmemesi için konuyu nasıl değiştirmeliyim, eve gidince yüzümden üzgün olduğumu anlamasınlar diye mimiklerimi nasıl kontrol edebilirim bütün bunları ince ince ayarlamaya çalışırdım. Ama pek de işe yaramazdı. Yirmili yaşlarıma kadar yaşadığım bu çileli hayata bir de o dönem başımıza gelen ekonomik sorunlar da eklenince vücudum bütün bunları artık kaldıramadı. Bir gün gözlerim kör olacak diye aşırı bir kaygıyla ecel terleri içerisinde evde bir sağa bir sola koşuştururken buldum kendimi. Gözlerim durup dururken neden kör olacaktı, bu anlamsız kaygı da neydi hiç anlayamamıştım. Tarif edilemez sıkın

Çöplük

 Dünyanın en feci şeyi hayatın ta kendisidir diyor kitabında Carolina Maria de Jesus. Brezilyanın çöplüğü dediği Favela'da yaşayan cesur, ahlaklı, bilge bir zenci kadındır Carolina. Üç çocuğu ile tahtadan iki göz bir kulübede yaşayan bu kadın yazmaya olan büyük tutkusu ile Favela'da yaşanan dram dolu hayatları tek tek kaleme almış. Ama ne dram! Çöplük isimli bu kitabı okuyunca kendi hayatımdan şikayet ettiğime utandığımı itiraf etmeliyim. Her sabah eve su getirmekle başlar güne Carolina. Sonra da karnını doyurmanın tek yolu olan yollardan kağıt toplama işine koyulur. Benim kaderim de açlıkmış diye yazar sonradan kitap olacak defterine. Açlığı rengine kadar bilir Carolina. Açlık sarıdır. İnsanın gözünden diğer renkleri siler, dünyayı sarı görür aç insan. Favelanın insanları açtır. Öyle açtır ki, bir gün bu kadar aç olmaya dayanamayan güzel bir zenci çocuk, bir kenara atılan çürük eti bulunca ateşte daha ısınmasına bile sabredemeden yer ve genç yaşta ölür. İşte politikacıların gö

Anlam Üzerine

 37 yıllık hayatımda anlam arayışım ile kanaat getirdiğim sonucun tam bir özetini yazmış Samiha Hanım. Ben var olmanın anlamının tam da bu şiirdeki gibi olduğuna inanıyorum; "Ruhum bir kalıbın esiri olmadan evvel, elimi bir el tuttu... Ve bana, güneşleri, seyyareleri, semavatın acayibini gezdirip, seyrettirdi.  Nihayet bir aleme getirerek; - "İşte misafir olacağın yer...     Burası dünyadır!" dedi. Şaşkın şaşkın etrafıma bakınırken de devam etti: - " Burada herkes kendi istidadına göre  bir tohum eker ve mahsul devşirir... Para, kadın, evlat, mevki, rütbe, şan ve şeref insanların en çok ekip biçtikleri tohumlardır... Sen de keyfine göre bu dünyaya bir çekirdek ekip mahsul topla!..." Böylece kimsenin kimseyi görmeden çalışıp didindiği bu patırtılı aleme ben de katıldım... Ben de onlar gibi ekip biçmeye başladım.  Ama bütün tarlalar benim olsa, tohumların, sabanların tek sahibi sade ben olsam, gene de geldiğim alemlerin zevkine takılı kalan gönlüm, bir türlü kend