Sizinle bir çoğunu paylaştığım çocukluk anılarım peşimi bırakmayınca ben de onları terk etmenin yollarını aradım. Ve bu anıların etkisini azaltacak bir terapi yöntemi buldum. Aslında ben bulamazdım da tavsiye üzerine ulaştım demek daha doğru olacak. Tabii etkisini azaltmak için de bu anıları tekrar tekrar hatırlamak gerekiyor. Evvel zaman içerisinde acılarla dans etmek. Onların <anıların> ölüm, benim ise yeniden doğum dansım. Buğulu bir pencereden gri, kasvetli hatıralara son bakış değilse de son etkileniş. Çoğu insan ölüm anında gözleri önünden bir film şeridi gibi geçerken izler bu anıları. Ama öteki çocuklar, yani ötekileştirilmiş çocuklar yeniden doğarak hayata karışmak için ölmeden önce ölür. Ve acıyı bedenlerinden sıyırıp atarak kaldığı yerden devam ederler. Çetin bir iş aslında bu. Bütün o anıları yine, yeniden, tekrar tekrar yaşamak gibi bir şey. Bir metronom eşliğinde sandığa gelişi güzel saklanmış bütün o anıları tek tek çıkarmak. Top, karı kılıklı, kız gibi, eheheheh
Çocukluk ve ilk gençlik zamanlarımda maruz kaldığım gay, top, kız gibi can acıtan sözlerden kurtulmak için çoğu zaman konuşurken sesime bile dikkat ederdim. Dublaj yapıyormuş gibi. Aman sesim ince çıkmasın konuşurken diye bayağı bir çaba sarf ederdim. Bu da yetmezdi, okulda, teneffüste bahçeye çıkınca kimlerin yanında oturmalıyım, nelerden bahsetmeliyim, eğer benimle alay ederlerse, derste devam etmemesi için konuyu nasıl değiştirmeliyim, eve gidince yüzümden üzgün olduğumu anlamasınlar diye mimiklerimi nasıl kontrol edebilirim bütün bunları ince ince ayarlamaya çalışırdım. Ama pek de işe yaramazdı. Yirmili yaşlarıma kadar yaşadığım bu çileli hayata bir de o dönem başımıza gelen ekonomik sorunlar da eklenince vücudum bütün bunları artık kaldıramadı. Bir gün gözlerim kör olacak diye aşırı bir kaygıyla ecel terleri içerisinde evde bir sağa bir sola koşuştururken buldum kendimi. Gözlerim durup dururken neden kör olacaktı, bu anlamsız kaygı da neydi hiç anlayamamıştım. Tarif edilemez sıkın
37 yıllık hayatımda anlam arayışım ile kanaat getirdiğim sonucun tam bir özetini yazmış Samiha Hanım. Ben var olmanın anlamının tam da bu şiirdeki gibi olduğuna inanıyorum; "Ruhum bir kalıbın esiri olmadan evvel, elimi bir el tuttu... Ve bana, güneşleri, seyyareleri, semavatın acayibini gezdirip, seyrettirdi. Nihayet bir aleme getirerek; - "İşte misafir olacağın yer... Burası dünyadır!" dedi. Şaşkın şaşkın etrafıma bakınırken de devam etti: - " Burada herkes kendi istidadına göre bir tohum eker ve mahsul devşirir... Para, kadın, evlat, mevki, rütbe, şan ve şeref insanların en çok ekip biçtikleri tohumlardır... Sen de keyfine göre bu dünyaya bir çekirdek ekip mahsul topla!..." Böylece kimsenin kimseyi görmeden çalışıp didindiği bu patırtılı aleme ben de katıldım... Ben de onlar gibi ekip biçmeye başladım. Ama bütün tarlalar benim olsa, tohumların, sabanların tek sahibi sade ben olsam, gene de geldiğim alemlerin zevkine takılı kalan gönlüm, bir türlü kend
Yorumlar
Yorum Gönder